Realizm 1850’li yıllarda Fransa’da başlamış bir akımdır, genel olarak sanatın ve sanatçıların koşullar ne olursa olsun gerçeği betimlemelerini savunuyordu. Gerçekliği hiçbir şekilde çarpıtmadan görsel bir şekilde yakalamak isteyen Realistler’in yapıtları çoğu zaman bunu bütün çıplaklığı ile uyguladığı için tepki toplamıştır, bu akımın öncüleri ve savunucuları olarak gösterilebilecek iki figür vardır. Bunlardan birisi Gustave Courbet, diğeri ise Edouard Manet’tir.
Burada öne çıkarmamız gereken bir başka konu daha var, eğer yaratımlar Dünya’nın kendi içindeki kusurları kapatmaya yönelik, yani mükemmele yönelik bir estetik kavramını arıyor idiyseler, realizm tamamen kusurları olduğu gibi göstermeyi amaçlayan bir akımdı, burada şunun üzerinde durmamız gerekebilir, acaba gerçekten “Mükemmellik” kavramı “Hatalı” olan mıdır? Yoksa tamamen “Hatasız” olan “Mükemmel” midir? Bu fikirler irdelendiğinde şu ana kadar yaratılmış en mükemmele yakın, düşünebilen, sonsuz potansiyeli olan varlığı incelememiz gerekebilir; insanı.
İnsan gerçekten kusursuz bir varlık ise (ki şahsi görüşüme göre kesinlikle değil) en baştan sanatsal yapıtlara ihtiyacı olmaması gerekiyor, burada sanatı bir şekilde kişinin eksik yanlarını tamamlayan estetik olgusunu arayışı olarak görürsek zaten mükemmel olan bir varlığın böyle şeylere ihtiyaç duymaması gereklidir. Fakat ne yazık ki kusurlu olan insan kendisini böyle kabul etmekten öte sürekli sanatta ve evriminde mükemmele yakını aramış, evrensel estetik değerleri gözüne güzel görünen olarak kalıplaştırmış ve bunları tabulaştırarak sanatta çeşitli akımların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
İşte burada duralım, geçen yazımızda Kübizm ortaya çıktığında insanların kafasında çeşitli düşüncelerin oluştuğunu anlatmıştım, bundan sonra gelecek olanlar daha farklı ve daha devrim niteliği taşıyan eserler olacaktı. Gerçekten Kübizm’den sonra ortaya çıkanlar Güncel Sanat denilen olayın ortaya çıkmasına kadar bir çeşit “momentum” oluşturmuştur. Fakat ben size asıl zaman tablosunu göstermek isterim. Öncelikle elimizde bir tarih öncesi sanatı var, duvarlara aktarılan bizonlar, geyikler yada çeşitli tanrı resimleri. Bunun çok sonrasında 1300’yılları içinde başlayan ve büyük bir gelişimin öncüsü olan Rönesans var, bu daha sonra Uluslar Arası Gotik ve Klasikçilik olarak uzar gider, işte bunların tam ortasında bir Realizm var. Uzun bir doğru parçası düşünelim, bu doğru parçasının en sol kısmında Rönesans var ise tam ortasında Realizm en sağ kısmında ise Güncel Sanat var. Yani şunu diyebiliriz; Zaman geçtikçe sanat “Verilen emek ve gözetilen estetik değerler” iken , günümüze yaklaştıkça özellikle Kübizm’den sonra daha çok “Düşünce ve bunun arkasında yatanlar” olmuştur. Realizm ise bunların tam ortasında durur iki düşünceye içinde de değildir, sadece gerçeği yalın ve estetik değerlere ihtiyaç duymadan, salt bir şekilde yansıtmayı ele alır.
Ne yazık ki bu kadar basit değil, insan inandığı herhangi bir şeye “bu benim realitem” dediği sürece kimse onu sorgulayamaz, zaten bu düşünceler bilinçaltını esas alan “Gerçek Üstücülük” akımını doğurmuştur. Milyarlarca insanın yaşadığı bir gezegendeyiz, burada her insanın farklı bir realite algısı olduğunu düşündüğümüzde bunu kanımca üç kategoride değerlendirmeliyiz; Bedensel realite, evrensel realite ve bilinçaltı. Bunlardan ikisi sanat tarihi boyunca işlenmiş olanlardır. Bilinçaltı Gerçeküstücüler tarafından incelenmişken,bedensel realite Realizmciler tarafından incelenmiştir. Evrensel Realite ise kanımca henüz işlenmemiş bir konudur, Güncel Sanat yapıtları daha çok Dünya’nın sorunları yada bireysel sorunlar ile ilgili cevaplar talep ederken her şeyi bir bütün olarak almakta zayıf kalmaktadır. O halde şunu diyebiliriz ki Realizm’in kırılma noktasını başlatıp nötr bir taraf tuttuğu zamanlar Güncel Sanat’ın yolunu açmıştır, Güncel Sanat ise gelecekte evrensel realitelerin işleneceği akımlara yol açacak ve böylece sanat yavaş yavaş insanlık tarihinin sonuna doğru her şeyi bir bütün olarak ele almayı başaracaktır (yada ben çok pozitif bir insanım)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder