18.02.2009

İstanbul Film Festivali 2009

İzlediğim 3 güzel filmi ve cebimde açtığı kocaman delik ile bir İstanbul Film Festivali daha sona ermek üzere.

Bu seneyi özellikle diğer senelerden ayrı tutmam lazım sanırım filmler açısından çünkü gerçekten çok güzeldiler.

Aslında bir 4.film daha olacaktı, Skycrawlers'a gitmek istiyordum deliler gibi, fakat gidemedim henüz,gidermiyim bilmiyorum gitmeyenler onada gitsinler şiddetle öneririm.

İzlediklerimden sizlere önerdiklerim;




Story of Jen




15 yaşındaki Jen, Kanada’nın küçük bir köyü olan Coniva’da, otuzlarındaki çekici ama mesafeli bir kadın olan annesi Sarah ile yaşamaktadır. Jen yaşıtları gibi değildir, evde de, okulda da sessiz ve yalnızdır. Jen ve Sarah, Jen’in bir ay kadar önce evde intihar etmiş olan babasının ölümünün etkisinden kurtulamamışlardır. Günlerden bir gün Jen’in babasının üvey kardeşi Ian evlerine geldiğinde Sarah ona bahçedeki kulübede kalabileceğini söyler. Ian da gizemli ve içine dönük biridir; sessizliğiyle onlara Jen’in babasını anımsatır. Köylüler ise henüz kocasının cenazesinin üzerinden bir ay bile geçmemiş olan Sarah’nın hayatına giren bu yeni adamdan hiç de hoşnut olmazlar; zira Coniva pek yakında görüleceği üzere çok muhafazakar bir yerdir. Çok kısa bir süre sonra Ian ve Jen arasında bir çekim oluşmaya başlar. Jen içten içe zorlanır, çünkü Ian onun için bir yandan bir baba figürüdür, diğer yandan potansiyel bir aşıktır.





Mannen som elsket Yngve (The Man Who Loved Yngve)




Berlin duvarı çökmekteyken yaşanan pırıl pırıl ve bir o kadar da dramatik bir yetişkin olma hikayesi bu. Kasım 1989 ve Stavanger’deyiz: 17 yaşındaki Jarle Klepp isteyebileceği her şeye sahip: Süper bir kız arkadaş ve dünyanın en sağlam kankası. Birlikte Stavanger’in en sert punk grubunu kuracaklar: ‘Mattias Rust Band’. Fakat bir anda ortaya Yngve çıkıyor ve Jarle’nin eli ayağı karışıyor: Punk gruplarıyla şehrin tek rock barını nasıl sallayacaklarsa, kendi dünyasının da aynı şekilde sallanıp darmadağın olacağından henüz haberi yok. Bu yeni çocuk kimseye benzemiyor ve Jarle iyice afallıyor. Bildiği tek şey, Yngve ile buluşmanın, beraber eski arkadaşlarıyla gereksiz diye etiketledikleri türden şeyler yapmalarına rağmen -Duran Duran dinlemek veya tenis oynamak gibi– bir tür bağımlılık haline geldiği. Yavaş ama tutarlı bir şekilde, Jarle etrafındaki herkesi kendinden uzaklaştırıyor ve gerçekten yalnız kalmanın ne olduğunu anlıyor. Tore Renberg’in ‘I Love Them All’ adlı çok satan kitabından uyarlama Yngve’yi Seven Adam, Stone Roses, The Cure, REM, Japan, The Jesus and Mary Chain ve Joy Division gibi dönemin ünlü gruplarının müzikleri eşliğinde, büyümeyi konu alan son derece eğlenceli bir komedi. Ama diğer yandan, seyirciye hiç hissettirmeden imkansız bir aşkın acılı ve melankolik kapanına yakalanıp küçük parçalara ayrılıyor.




Slumdog Millionaire




Modern Hindistan’ın rengarenk ve hiperaktif sokakları, Danny Boyle’ın heyecan verici yeni filmi Milyoner’in sıcak ve enerjik arkaplanını oluşturuyor. Film, sadece en güçlülerin hayatta kaldığı, ihanetin günlük bir ritüel olduğu, açgözlülük ve yolsuzluğun her köşeden fırladığı bir toplumun değişken portresi.
Jamal fakir, koca gözlü ve başı beladan kurtulmayan bir çocuk. Korkunç bir olay hayatını alt üst edecektir: Bir protesto sırasında, annesi gözlerinin önünde vahşice öldürülür. Seneler sonra, Jamal’la bu kez bir Hint televizyonundaki bir yarışma programında karşılaşıyoruz. Şaşırtıcı bir şekilde, Jamal tüm sorulara birer birer doğru yanıtlar vermekte ve milyoner olma yolunda ilerlemektedir. Eğitimsiz bir “hint fakiri” bütün bu soruların cevaplarını nasıl bilebilir? Kısa süre içinde şaşkınlık şüpheye dönüşür ve Jamal basit bit yarışma programının aslında hayatındaki en önemli sınav olduğunu anlar.
Sosyal, ekonomik ve politik mevzuların insan hayatının her ânını şekillendirdiği bir dünyada geçen film, seyirciyi göz alıcı bir görsel deneyime davet ediyor. Genç oyuncu kadrosunun nefes kesici performansına, bir de Mumbai’nin kaotik, sıcak ve terli sokaklarının atmosferini tüm inceliğiyle ekrana taşıyabilen Boyle’un ustalığı eklenince, Milyoner heyecanlı ve sürükleyici bir sinema deneyimine dönüşüyor.


TOKYO!




Bugünün sinemasının en olağanüstü ve kendine özgü üç yeteneğinden Tokyo hakkında üç düşsel film: Bong Joon-Ho (Cinayet Günlüğü, Yaratık), Leos Carax (Köprüüstü Aşıkları, Kötü Kan) ve Michel Gondry (Rüya Bilmecesi, Sil Baştan). Tokyo Sallanıyor'da Bong Joon-Ho, Japonya'da hikikomori adı verilen, asla evini terk etmeyen ve dünya ile bütün ilişiğini kesmiş birinin öyküsünü anlatıyor. Bir deprem anında eve pizza getiren kız bayılınca, inanması zor bir durum gerçekleşiyor ve karakterimiz aşık oluyor. Kızın evden çıkıp gitmesi ise, akla hayale sığmayan bir adıma neden oluyor. Leox Carax'nın Bok'unda, kentin kanalizasyonunda yaşayan bir adam garip ve kışkırtıcı hareketlerle Tokyo'nun sokaklarına karmaşa salıyor. Michel Gondry'nin İç Mimari ise yeni bir gelecek için Tokyo'ya taşınan genç bir çiftin öyküsü. Hiroko'nun hayattaki arzusunun film yapmak olduğu açık; ama Hiroko sanki yavaş yavaş kayıyor ve kendi yaşamı üzerindeki kontrolünü kaybediyor. Hiroko bir sabah uyandığında göğsünde bir boşluk olduğunu fark ediyor. Akşam ise herşey iyice sarpa sarmış oluyor.

Bu üç garip öykü birlikte izlendiğinde, dünyanın en güzel kentlerinden birini bambaşka bir gözle görmenizi sağlayacak üç bölümlük bir rapsodi halini alıyor.

Kayıp Zaman

Hiçbirşey yapmak istemiyorum son günlerde.

Neden böyle oldu bilmiyorum.

Sabahtan akşama kadar odamda oturup duruyorum.

Yeni bir tuvale başlamam gerekiyor fakat dokunasım gelmiyor.

Heykel projeleri üst üste binecek okula gitmiyorum 1 haftadır.

Gerçekten hiçbirşey yapasım yok.

Saatlerce yatakta yatıp tavana bakmak nedir?

7.02.2009

Anne


1.02.2009

Gelecek

Yavaş yavaş bırakıyorum

Etrafımdaki çoğu şey gibi kendimi belkide bu sefer kendimi bırakıyorum boşluğa.

Fakat bu sefer daha önce geleceğimin yazılmış fakat bilinmeyen olasılıklarının Dünyasında değilim.

Daha ciddi, daha gerçek bir takım şeylere adım adım yaklaştığımı hissediyorum.

20 Yaşındayım ve 15 yaşında bir çocuğun sigara içtiğini gördüğümde şaşırıp üzülüyorum.

20 Yaşındayım ve 15 yaşında bir çocuğun benim 15 yaşımdaki halimden ne kadar fazla gelişmiş olduğunu gördüğümde kendimi güvensiz hissediyorum.


20 Yaşına kadar sadece geçmişimin arkasından bakıp ağıtlar yaktım.

20 Yaşıma kadar çok zor bir hayat geçirdim. (geçiriyorum)

20 Yaşıma kadar asla şükretmedim elimdeki şeylere (şimdiye kadar)

20 Yaşıma kadar aşık olmadım.(inanmıyordum,20 yaşıma kadar)

20 Yaşıma kadar pek çok şeyi yaptım. (İyi vede kötü)

20 Yaşıma kadar pişmandım. (Artık değilim,20 yaşımda)

20 yıl daha yaşadıktan sonra 40 yaşında olacağım.

10 Yıl sonra 30 Yaşında olacağım.

Ölmek istemiyorum.(20 Yaşıma kadar her gün istedim)

20 Yaşıma kadar geçmişime bakıp yaşadım, artık geleceğime bakmaktan korkuyorum, 20 yaşıma kadar çok fazla şeye pişmanlık duymuşum geleceğime bakmak yerine.

20 Yaşıma kadar Tanrı'ya inandım öyle yada böyle.

20 Yaşıma kadar insanlara değer verdim öyle yada böyle.

20 Yaşıma kadar elimde kalmış şeyler ise;


Binlerce çizim,skeç.

Onlarca boyanmış tuval.

Heykellerim.

Bir avuç güvenebileceğim ve beni seven/sevdiğim dost.

Ailem.

3 Yaşında bir kedi.

3 Tane yeni doğmuş kedi yavrusu.


Geleceğe güvenle bakmak istiyorum.


Tek istediğim geleceğimin olması.

Tek istediğim geleceğimin olması.

Tek istediğim geleceğimin olması.

Tek istediğim geleceğim.

Ne istediğimden emin değilim.