7.12.2013

Yine buralara döneceğimi hiç düşünmüyordum aslında. Fakat çoğu zaman, geçmişin insanları arkamda bir ceset misali biriktiğinden, buraya hepsini mezarcı gibi kaydetmem gerekiyor.

Ve ben iyi bir mezarcıyım.

Benim gibi insanlar vardır mutlaka, eskiden kendimi bu konuda çok tek görürdüm fakat artık o yetimi de kaybettim. Aslında benim gibilerin çok fazla açıklanacak yanları da yok, bir iken iki olamayan insanlarız. Hayatta bir yerde çok duramayan, sürekli olarak bir sonraki durağa gidecek otobüsü bekleyen tipleriz.

Ama bence çok güzel sabote ediyorum kendimi, gelecek nesiller için bir koruma mekanizması bu adeta.

Bunun üzerine yazacaktım fakat kendimle ilgili hiç bir şeye tahammülüm kalmadığı gibi, kendimle ilgili yazmaya da tahammülüm kalmamış, o yüzden, yol yakınken vazgeçtim.


11.09.2013

Az yedim, çok içtim. Hala içiyorum. İçki ayırmadım. Alkolü kendime yakıştırdım. Her türlü uyuşturucudan tattım. Bağımlılıktan nefret ettim. Gitmemi, terk etmemi engeller diye. Ne bir maddeye, ne de bir insana bağlandım. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım, bir insanı sevdim. İkisini de arkama bakmadan bırakıp gittim. Geçmişe tükürüp geleceği çiğnedim. Bugünü ise uyuyarak geçirdim.

Bir gün bana, "mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun" demişti. "Ve en büyük acının kendininkinin olduğunu düşünüyorsun. Dünyadan haberi olmayan bütün gerizekalılar gibi. Ölmesine çeyrek kalmış, herkesi yaşadığına pişman etmeye çalışan, sağlıklı oldukları için suçluluk duymalarını isteyen hastalıklı, yaşlı bir kadın gibisin."

"1,2'nin nedeni değilse, benim de varlığıma bir neden aramam anlamsız olur" dedim.

Ben hayata değil, ama ölüme inandım. "Hayat yok ama ölüm var" dedim kendi kendime. Ve boşalmanın, seks ne kadar uzun sürerse o kadar zevkli olduğunu düşünerek, hayat ne kadar uzun sürerse ölümün de o kadar muhteşem olacağına inandım. Ve elimden geldiğince hayatla sevişmemi uzatmaya çalışıyorum. Tek kurtuluşum bu. Belki bizim gibilerin elinde kalan son ve salakça bir umut. Bütün hayatımız boyunca beklediğimiz ve nereden geleceğini bilmediğimiz huzuru arıyoruz. Aslında yalan söylüyorum, ben hiçbir şey aramıyorum ve beklemiyorum. Sadece duruyorum. Kaçanı da durduruyorum. "Durun!" diyorum. "Gitmenize gerek yok. Onlar size gelirler."

11.08.2013

There are roads, one more dangerous than others, one is the purest of all, three is where white apples fall.

There are sea goddesses, around the world, each governing a section of the salty patchworks, in there, strangest things happen, miracles float, they get eaten by red sharks, divinity dies, angels born from whale rib cages.

There are people, cruel and fair, maiden and whore, truthful and deceitful, some hunger for black milk, some live dry dreams.

Then there are monsters, living inside our darkest denials, eating our soul, tearing the convenient half truths apart.

There are black depths, where tongues wither, where darkest desires become ravaged by the undead. Millions of screams, crying for a shot at second chances, just a little bit of catharsis.

Then there are me, millions of me, living inside sinew, bones and meat. Chosen by the dark masters of the same undead, joined by the million screams, living a second chances, eating away any catharsis.

Everyday i hunger as i get more, everyday i taste the despair and yearn for more chances.

Life after life, soul after soul.

Now i wither behind million screams,  eating my sinew, my bones, my meat.

And have i got a story to tell you. Yes.

I have a story, a hell of a story, especially about hell.

And i ask one thing in return, pass me that cigarette, in return, i will tell you a real story worth million screams.

16.05.2013


Düşünmeden duramıyorum, sürekli olarak aklımı geçmişimde olan kilit anlara götürüp "Neyi nasıl yapabilirdim" diye düşünüyorum.

Neye ihtiyacım olduğunu bilmiyorum, nasıl yapacağımı bilmiyorum, huzuru nerede bulacağımı çözemiyorum.

Mesaj atamıyorum, telefonla arayamıyorum, kimseyle görüşmek istemiyorum, insanlara türlü türlü bahaneler söyleyip hepsini kendimden uzaklaştırıyorum.

Gündüzleri yazıyorum, akşamüstü sporda kaslarımı parçalanana kadar yoruyorum, kilometrelerce koşu bandında koşuyorum, akşam eve gidip kitap okuyorum ve yine yazıyorum, yemek yemiyorum, sadece su içiyorum, sigara içiyorum, terliyorum, kusuyorum, daha çok kaslarımı çalıştırıyorum, hızla kilo kaybediyorum.

Ne yaptığımı gerçekten bilmiyorum, vücudumu ve beynimi niye bu kadar zorluyorum bilmiyorum, hiç bir şeyden korkmuyorum, hiç kimseyi merak etmiyorum, kimseden nefret etmiyorum, kimseyi sevmiyorum.

Kimsenin düşüncelerini takmıyorum, kimseyle bir şey paylaşmıyorum, günün belirli saatlerinde aşırı duygusallaşıyorum, nedenini bilmiyorum.

Sanki zihnimin arkasında bir delik ya da açık bir pencere var ve buradan geçmişe dair rüzgarlar esiyor gibi.

Ben bana ne oluyor hiç bilmiyorum, neyim var anlamıyorum.

Yorgun değilim, enerjik değilim, sadece varım.

28.04.2013

Çünkü bok vardı

"It happened again! The Patriots!" diye bağırmak istiyorum açıkçası.

Sanki hepsi bir komplo gibi, dünya üzerinde yaşayan bütün insanlar birleşmiş ve bana pis bir komplo kuruyorlar.

Köşelerden bakıyorlar, bana gülüyorlar, kendi içlerinde "küçük hesaplar" yapıp arkamı döndüğüm vakit duvarın arkasına geçip eğleniyorlar.

Şey hissiyatı var ya, o çok boktan, hani elinizde bir şey varken, gerçekten istediğiniz bir şey, o an ona sahipken sürekli olarak o anı nasıl değerlendiririm diye düşünmekten çok hızlı bir şekilde zaten ellerinizin arasından, gözlerinizin arkasından kayıp geçtiğini farkediyorsunuz falan, işte onu farkettiğiniz an gerçekten koyuyor.

Oysa daha bir hafta önce böyle işlere girmeyeceğimi kendime söylemiştim, söz vermiştim kendi kendime. Ne zaman böyle bir şeye kalkışsam veya bununla ilgili bir şeyler hissetmeye başlasam, bir yılımı sikip atıyorum açıkçası.

Erken uyarı sistemlerim bu sefer epey erken devreye girdi, bu sefer olmaz bence, bu sefer olmamalı.

Öyle kafam karıştı ki öyle ters düz oldum ki, bunun üzerine güzel cümleler bile kurmak istemiyorum, nasıl yazdığıma dikkat etmiyorum, düz bir şekilde sadece kusmak istiyorum içimdekileri.

Başkalarına verdiğim tavsiyelerin yarısına kendim uyabilseydim harika olacaktı açıkçası, bu tarz durumlarda ne yapacağımı bilecektim, ne yapabileceğimi görecektim, göremiyorsun. Söz konusu kendim olduğu zaman ben her zaman şahsiyetimi ikinci plana atmayı daha kolay buluyorum, sonuçta ben beni toparlayabilirim fakat bu sürecin ne zaman olması gerektiğini yine ben belirliyorum değil mi? Bok belirliyorum, sik belirliyorum.

Bu siktiğimin yerine 2007 yılından beri yazıyorum, yazıyorum da ne oluyor amına koyayım? Belirli aralıklarla tarih kendisini tekerrür ediyor işte, sanki bir halt değişiyor, bir sik oluyor sanki.

Yıllarca yazdık işte, bol metaforlu meseleler, az metaforlu meseleler, amına koyduğumun yerinde ağzıma kadar metafor doldum, yazmak istemiyorum artık bu şekilde, neyse o , bol küfürlü, düz, birinci algı durum analizleri veya durum sonrası yazıları.

O kadar allak bullak oldum ki yani keşke hiç olmasaydım, gecenin 01:15'inde gene böyle sikik sokuk ruh hallerine girmezdim, son 3-4 aydır nasıl odunsal bir ruh halindeydim ne kadar güzeldim oysa, dünya götüme rahvan sikime (bu böyle olmayabilir) yaşıyordum, kimseyi umursamıyordum, kimseyle bir şey paylaşmıyordum, tam anlamıyla MAL olmuştum açıkçası ve mal olmanın en güzel kısmı sorumluluk duygunu tamamen yitirmen, aracın kontrolünü başkasına vermiş gibiydim ve kafam rahattı açıkçası.

E amına koyayım başkası olamıyorsun işte, başkaları daha değerli çünkü, senin hikayelerinin ana karakterinin hikayesinin ana karakteri başka, sen değilsin amına kodumun çocuğu, sen olsan zaten mutlu olabilirdin.

Şu İsmet İnönü'nü anlatan kitap var ya, "İkinci Adam" işte o kitabın yeni baskısını bana adasınlar, şayet dünya üzerinde benden has ikinci adam yoktur yemin ediyorum.

N'oluyor, neler oluyor demeden olaylar gelişiyor yani, yarrak gibi sik gibi kalıyorsun sonra ortada, sonra bir de üçüncü kişi kamerasından izliyorsun başına gelecekler, e ben bu durumdan çok sıkıldım, ana karakter olacağım diye figüranların hayatına girmekte istemiyorum, girdiğim vakit sıkılıyorum, kodumun düz etiket insanları beni hem yoruyor hem bayıyor.

Neyin derdindeydim bilmiyorum ne sikime planıma sadık kalmadım da son dakika düzenlemeleri yaptım, özellikle götümde patlayacak düzenlemeler yaptım bilmiyorum.

Sonuç olarak, hikayenin hasında, gecenin 01:20'sinde bunları yazan babam değil gene benim yani, demek ki bir derdim var, demek ki canım çok sıkkın, demek ki ben bunları yazmadan rahat edemeyeceğim.

Sokayım böyle işe.

Yemin ediyorum düzeninize, hayatınızdaki insanlara, bu insanların sizin hayatınızla beraber benim potansiyel olasılıklarımı siken umarsızlığına sokayım yani, cidden sokayım, kafam girsin!

Bu böyle ne kadar gider, bence bu böyle hiç gitmez, gitmemeli yani, sikerim böyle işi, sokarım böyle hayata, yeter lan.

Dert olmayan başıma dert edindim yemin ediyorum, bir dert mi var, sıkıntılı insanlar mı var, hayat siken mi var, ben hemen oraya koşayım zaten, nerede kafadan sakat insan, ben o taraflara doğru koşayım, garip garip duygular edineyim ordan, sonra bu koyduğumun hisleriyle ne yapacağımı bilemeyeyim.

Eee, ne yapayım şimdi ben bu kalıntıları? bence götüme sokayım, benim layığım o çünkü.

Bu da bu koduğumunun blogunun en düz, en 1.algı yazısı olsun, utanmadan yayınlıyorum bir de.


3.04.2013

Bu aralar hep ölüm var, çok ölüm var.

Üzerine yazamayacağım kadar çok ölüm var.

Canım benim, canım, sen de gittin işte beni bırakıp, şimdi ben kime kızacağım, kime dırdırlanacağım?

Feride hanım gitti, Feride'siz kaldım ben.

Anneannesi olmayan bir Günhan olur muymuş hiç? Hiç duyulmuş mu anneannesi olmayan bir Günhan? Nasıl gidersin ki sen? Nasıl beni bırakırsın ki? Sen iyileşeceksin diye ben kızmadım mı sana? Yemeklerini yemediğin için bas bas bağırmadım mı evde?

Şimdi ben son anlarında yanında olamadığım için bu vicdan azabını taşımak zorundayım, hiç anneanneler böyle yapar mı ama? Bana aldığın dinozor bardaklarına mı konuşayım ben Feride hanım? Kime sorayım seni, kime anlatayım?

Küçük Viking'in değil miydim? Ben daha büyüyemedim ki, ben büyümeden gitmeseydin keşke, bak ben işlerimi yoluna sokuyordum, biraz daha dayansaydın.

Feride hanım geçti bu yaşamdan bir tane, gücü on insana bedel, yaşam isteği dağlar kadar, son anına kadar savaşçı bir Feride hanım geçti.

Geçerken ardında çok güzel insanları bıraktı ama, şimdi ben sen yokken ne yapacağım bakalım Feride hanım.

Bu Küçük Viking'in büyüme zamanı geldi sanırım.

Seni çok seviyorum, canım benim, gösteremesem bile, yanında olamadıysam bile o anında, seni çok sevdim ben.

Şimdi zamanında çoğu şey ifade edemediğim için çok pişmanım, fakat sen beni anlarsın Feride hanım, sen beni bilirsin oralardan, sen her şeyi bilirsin çünkü, ben sana hep öyle demez miydim?...

18.03.2013

Sons of Liberty

The digital society furthers human flaws and selectively rewards development of convenient half-truths. Just look at the strange juxtapositions of morality around you. Billions spent on new weapons in order to humanely murder other humans. Rights of criminals are given more respect than the privacy of their victims.

Although there are people suffering in poverty, huge donations are made to protect endangered species. Everyone grows up being told the same thing."

"Be nice to other people."

"But beat out the competition!"

"You're special. Believe in yourself and you will succeed."

But it's obvious from the start that only a few can succeed...

You exercise your right to 'freedom' and this is the result. All rhetoric to avoid conflict and protect each other from hurt. The untested truths spun by different interests to churn and accumulate in the sandbox of political correctness and value systems.

Everyone withdraws into their own small gated community, afraid of a larger forum. They stay inside their little ponds leaking whatever 'truth' suits them into the growing cesspool of society at large.

The different cardinal truths neither clash nor mesh. No one is invalidated, but nobody is right.

Not even natural selection can take place here. The world is being engulfed in 'truth'.

And this is the way the world ends. Not with a bang, but a whimper.

4.02.2013

Ölüm ve Anlamı

Ölüm enteresan, ölüm haberini alana kadar ne kadar gerçek olduğunu anlayamıyorsun. Önce bir kaç gün habersizlik, sonra gergin beklemeler. Sürekli olarak kemiriyor ruh, tin, artık ona ne derseniz deyin.

Bir kaç haftadır içim içimi yiyordu, yaşayacak mı, ölecek mi. İkisinin arası yok çünkü, bazen hikayelerin orta yolu yok, ya iyi ya kötü, göreceli tabii bunların hepsi. Ölüm enteresan şey, ardında bıraktıkları, parçaladıkları, bir araya getirdikleri.

Ölene kadar çok göz yaşı döküyorsun kendi kendine fakat öldükten sonra bir damla bile dökemiyorsun, neden peki? Ben mi çok kalpsizim? Neden ağlayamıyorum onu o kadar çok sevmeme rağmen neden ölmesine ağlayamıyorum, neden ölümüne ağlamadım?

Benim için hepsi çok özeldi fakat o daha da özeldi, suçsuz, günahsız, sessiz. Sadece şu soğuk dünya da kötü bir genetiğe sahip olduğun için tutunamamak, bu çok büyük bir haksızlık, bu çok büyük bir yanlışlık. Günün birinde her varlığın günleri sona erecek fakat bu kadar erken değil, bu kadar erken değil.

İnsanların ölmesine dayanabiliyorum, insanlar ölebilir. Sesleri çıkabiliyor, kendilerini ifade edebiliyorlar. Pişmanlıkları ve mutlulukları var ardında bıraktıkları, küçük kutuları var hep sakladıkları. Bu sebeple insanlar ölebilir, bence bize mübah.

Öte yandan çocuklar ölmesin, asla büyümeyecek çocuklara ne demeli peki? Sürekli uyuyan, sürekli olarak sevmene izin veren, tek isteği sevgi olan mırlayan çocukların farkı var diğer insanlardan, ben bu farkı çok iyi biliyorum.

Duygularımın ve sebeplerinin ne olduğu önemli değil, zaten beni kimsenin anlamayacağını biliyorum bu konuda, nefret dolu dünya üzerinde, saf olan ufak tefek şeyleri koruyamadığıma kızıyorum, elimden daha iyisinin gelmediğine sinirleniyorum, üzülüyorum.

Şimdi onun yerine koyabileceğim bir şey yok, zamanla yerine koyamayacağım şeylerin çoğalacağını biliyorum, bu ise asla durduramayacağım kayıpların birincisiydi, yakında çok daha büyüklerini yaşayacağımın bilincindeyim, buna hazır mıyım bilmiyorum, ne kadar hazır olabilirim bunu da bilmiyorum, tek bildiğim, uzun zamandır bu kadar farkında değildim çoğu şeyin, ölüm karşısında acizliğimizin, ölüm karşısında ne kadar çaresiz olduğumun.

Sevdiğim herkes tek tek ölecek, ailem yaşlanacak, küçük çocuklar ölecek, kardeşim ölecek, arkadaşlarım ölecek, ailem ölecek.

Bu sebeple kimsesiz olduğum gerçekliğine alıştırmaya çalışıyorum kendimi uzun zamandır, senin bana söylediğin gibi, bana sevgiyi kimsenin öğretemediğinden bahsetmiştin o gece, doğru, bana kimse sevmeyi öğretemedi, ben de öğrenmek için hevesli olmadım hiç bir zaman. Sevmek yerine korkak olmayı seçiyorum 1.algı da, bunu ne sen düzeltebilirdin ne de ben düzeltebilirdim.

Fakat benden alınanlar ile kapanmıyor hesap, kapanmayacaksa.

Seni çok sevdim, keşke ölmeseydin, ben seni sevmeye devam edecektim daha.

Umarım gittiğin yerde üzerinde yatacağın kaloriferler vardır bolca, çok yeme tamam mı?

Seni seven kardeşin

21.01.2013

Hiç bir şey aynı kalmaz.