28.02.2011

83.Akademi Ödülleri Değerlendirmesi

Bu sene aslında hiç şaşırmadım sonuçlara, çünkü Golden Globe'dan sonra böyle olacağı çok belliydi. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki film konusunda inanılmaz bereketsiz bir yıl oldu. Blockbuster olarak başarılı olan çok az sayıda film vardı. Benim bu yıl ki kişisel favorim Inception ve King's Speech idi. Ödül listesinde gözüme batan tek bir film var o da "Alice in Wonderland". 2 Oscar, gerçekten? Üstelik Kostüm Tasarımı ve Sanat Yönetimi? Şaka mısınız siz?

Alice in Wonderland gibi inanılmaz başarısız bir filme neden bu ödüller veriliyor peki? Bu ödülü alan filmin kendisi değil, Sanat Yönetmenliğini yapan kişi; Robert Stromberg.

Bu adam 1988 yılından beri her sene iki üç filme el attığı için, seneler süren uğraşından sonra ilk defa Oscar'a kavuşabilmiştir. Tim Burton'ın belirlediği konseptlerde çalışmak zor olmasa gerek.

Alice in Wonderland zaten Burton,Depp ve Carter isimleri yüzünden her türlü ödül alacaktı. Akademi Burton'ı kendisine küstürmek istemez. Gelelim asıl mevzuya;

Neden Social Network?

Social Network'ün gücü, bu kadar hayatın içinden bir başarı hikayesini, sürükleyici bir şekilde anlatabilmesinden geliyor. İyi bir film mi kötü bir film mi bu tartışılır. Bir başka önemli yanı ise Bilgi Çağının en önemli olaylarından birisi olan "Sosyal Medya" hadisesini tabiri caiz ise "irdelemesi". Fincher'ın iyi filmlerinden değildi. Peki neden bu kadar ödül aldı ve sevildi? Elimizde bir Christopher Nolan örneği var, adam kendi başına film endüstrisi olmuş durumda, yaptığı işler belli. Günümüzde "Bağımsız" olanın artık değer kazandığını görüyoruz. Arcade Fire gibi gruplar Grammy alıyor. Yani bu ne demek? "Bağımsız Eğlence Endüstrisi" artık kendi kendisini döndürebiliyor, dışarıdan başka güçlere ihtiyacı olmadan. Nolan'da böyle işte, adam şu anda istediği filmi yapar, istediği projeyi hayata geçirir, bunun için ne Hollywood, ne Akademi, ne de yatırımcılara yaltaklık yapması gerekir. Fincher'a ve Reznor'a giden ödüller bundan kaynaklanıyor. Tabii Inception o kadar iyiydi ki ödül vermeselerdi Akademinin güvenilirliği çok fazla sarsılacaktı. Gelelim King's Speech'e, King's Speech senenin "Şok" filmlerinden. Kimse bu kadar başarılı olacağını düşünmüyordu büyük ihtimalle. Lakin, filmin yönetmeni Tom Hooper ve yazarı David Seidler, çok fazla isimleri duyulmamış, hep televizyon ile ilgilenmiş, beyaz perde'de asla varlık gösterememiş insanlardı. King's Speech kariyerlerinin "ya herro ya merro" filmi olmuş. Tabii gücünü oyunculardan fazlasıyla alan bir film, özellikle Geoffrey Rush ve Colin Firth'in güçlü performansı olmasa bu kadar başarılı olur muydu bilemeyeceğim. Helena Bonham Carter konusunda da düşüncelerim değişmiyor, Fight Club'dan beri bir kadın hep aynı karakteri mi oynar? Onun yerine başka birisi oynasaymış gene farketmeyecekmiş, bence Tim Burton'ın başarısız uyarlamalarına çok yakışıyor ama hepsi bu kadar. Sonuç olarak Oscar ödülleri bir çeşit prestij ve "değer arttırma" temsil ediyor, film kalitesi konusunda bir geçerliliği yok verdikleri ödüllerin. Ne oldu peki? Inception zaten alamayacağı ödülleri zorla aldı, önünde varlık gösteremeyecek bir film ve besteci olmadığı için Social Network /Reznor ikilisini kullandılar, komik oldu tabii fakat yoktu gerçekten. King's Speech ise bu esnada en iddiasız film olarak hakettiği ödülü aldı, ne yalan söyleyeyim güzel film. Black Swan diyeceksiniz, o kadar film izlememe rağmen Aronofsky filmleri inanılmaz sıkıyor beni, bu yüzden 15 dakika izleyip kapattım.

20.02.2011

Ruh Üşümesi III

Anlamlar, anlamlarını ben onları aktarmaya başladığımda kaybediyordu. Bütün dünyanın sonunda, bütün duyguların anlamsız bir şekilde bulandığı insan zihninde, kapana kısılmışçasına uçup gidiyorlar onun ve geri kalanların zihninden. Sarf edilen kelimeler çok geçmişte, konuştuğumuz sahil artık bize ait değil, verilen sözler başka bir geçmişin.

Dışımda bütünlük aynı, bazen değişik, bazen değişiğiz. Olmuyor, yapamıyorum, yapmak istemiyorum belki, sebeplerini bilmiyorum, sadece yazıyorum, bir şekilde bütünlük kayboluyor, sonra tekrar beliriyor.

Kelimeler ağzımdan soğuk bir kış günü çıkan duman gibi akıp gidiyor. Ne anlama geldiklerini bilmiyorum, bir gün böyleyim, bir gün değişik.

Başımı koyduğum yer bize ait değil gibi, yaşanılan anılar gerçek değil gibi, neyin ne zamana ve neden ait olduğunu bilmiyorum.

Söylediğim şeylerin gerçekliğinden korkuyorum, bir zamanlar gerçek olmuş olabilme ihtimalleri beni ürkütüyor, başka bir geçmişe dair yaşanılanlar.

Başka evrenler var, başka evrenler yok, oralara gitsem bile beni artık tatmin etmiyor, etmeyecek, elektrikli ve oldukça yapay herşey.

Gerçeklik neydi peki? Kahverengi gözler artık yorgun ve fotoğraflarda, gerçeği ise sadece zihnimde bulunan bir olgu.

Bunun üzerinde düşünmeyi reddediyorum, sonra bunun üzerine düşünmeyi ve kendime zarar vermekten hoşlandığımı farkediyorum.

En acı şey ise, hayatımın içindeyken bile, kendime işkence etmekten mutluluk duyuyordum.

Sonra o mesaj geliyor, uyanık mısın.

Uyanık değilim, hiç uyanmadım.