20.12.2010

Kristal Gerçeklikler

Hani olur ya bazen, sadece yazmak istersiniz, her şeyi bırakıp sadece yazmak ve içinizdeki zehri akıtmak istersiniz. Sadece bir şeyler yapmanız gerekiyordur, sadece harekete geçmeniz belki.

O anlardan birisine yakalandım ben tekrar, bilemedim içimde kalanların sonuncularını dökemedim metal zemine. Ne yazdığımı bilmiyorum, ne ile ilgili olduğunu bilmiyorum, sadece okuduğum bir yazı beni çok etkiledi ve ben de yazmak istedim, nereye gittiğini bilmediğim bir ölüler otobanında arabamla geziyormuşum gibi hissediyorum. Yaşamı düşünüyorum bazen, zaman zaman, her şeyin çok kötü gittiğini düşünürsünüz ya, sonra daha kötü bir şey olur, ite ite "tamam o kadar da kötü değilmiş ama lütfen böyle olmasın" diye düşünmeye başlarsınız, gözünüz atar korkarsınız, işte Tanrı olmak böyle bir şey.

Tanrı dediğimiz varlık böyle oynuyor bizlerle, varsa eğer, oldukça eğlendiğine eminim, yorgun kemikler ve yorgun ruhlar ile piyon gibi oynuyor.

Çoğu şeyi diledim, istedim belki, hırçın oldum, nefret etmeyi sevdim insanlardan, hep kaçtım belki, hep gittim belki.

Yolun sonunda ne olduğunu bilmiyorum. Hep bundan daha fazlasını bildiğimi ve vaktinin geldiğinde sanki o bilgilerin birden bire ifşa olacağını düşünürdüm kendi kendime. Yalnızken özellikle. Fakat böyle bir şey yok, tecrübe ettiğin kadarını biliyorsun ötesi senin için bir yanılsamadan ibaret.

Sabah ışıkları ile beraber kötü haberlere alışmışım sanırım. Edebiyatın karanlık yönlerine sığınırdım ne zaman hata yapsam, ne zaman gerçekleştiremesem düşlerimi. Giderdim buralardan, içimde kalmış boş bir yelkenli gibi, vücuduma batırdığım dikenler ile beraber giderdim buralardan.

Şimdi, ağzımdan kelimeler dökülemiyor ki, ne diyeyim? Bir tek mesulu yok sözlerimin, artık kavramlara yazıyorum yazılarımı, çünkü yalnızım ve gerçekten içimdeki bu isimlendiremediğim duyguları paylaşabileceğim başka bir insan daha yok. Olmadı hiç. Varsa bile. Konuşmadım.

Benim için insanlar hakkında hislerimi anlayabilmek, çok uzun bir süreç. Çünkü duygularım varsa derinlerde bir yerde, sahipsem eğer. Önce onlara ulaşmam gerekir. Ulaştıktan sonra bunların ne ile ilgili olduklarını anlayıp, kavramaya çalışmam gerekir. Milyonlarca ruhsal tortunun altında kaldıysa eğer hala duygularım, çıkartıpta üzerindeki tortuları temizlemeye uğraşmıyorum. Yoklar işte, varsa bile ilgilenmiyorum.

Artık benim gerçekliğim kavramsal, sürekli değişebilen ve yerine başka şeyler koyabileceğim, oldukça normal, basit ve zaman kristallerinden oluşan bir gerçeklik.

Hiç bir şey bilmiyorum.

19.12.2010

Diary of a Self-Loather

Within my assumptions, everything, everything that i ever knew. I knew it before, it all happened with a single swing. Body was on the floor, bleeding to death, wanted to help, just didn't wanted to get involved.

I...dream about her. Mostly dream about killing her, killing her friends, killing her family, murdering and torturing her...

I'm a gentle being, i never want to hurt anyone, i never thought i COULD hurt anyone. But the things she put me through, things that i suffered, the nightly dreamings became nightmares. I was finished, drained of my soul, devoid of everything i ever wanted. It became such a burden to carry all these void feelings inside of me. Why i struggle? I don't even know, i just exist. Between the dimensions of emptiness and reality. I created a place for myself to exist, i want who i want to be, and i can do it on a whim.

I just don't have any memories about that day, i don't know which way to go, i don't know whom should i be mad with. I thought she could help me but in the end it was to no avail. I'm broken, shattered, unable to feel, unable to relate, just a bone and flesh, pretending to care, pretending to listen.

I couldn't care less, in reality i really don't give a damn about other people, they can rot that all i care.

And this human skin that i bear everyday.

When i eat, my intestines work, my heart pumps disgusting blood. Our insides, organs and everything about it just reeks.

I don't wanna be a fleshly being, it really disgusts me, everything about humanity is just...disgusting. When you don't wash yourself you reek, can it get any more pathetic than that?

I hate my skin, i hate my nails, i hate my teeth, i hate my eyes, i hate my bones, i hate everything that belongs to a human body.

And the worst thing is, if i kill myself, it would make a huge mess and my intestines would possibly reek...

-From the journal of a man, who wandered into another world...

16.12.2010

Geceler ve Seçimler

Neler olduğunu hatırlayamıyordum, gecenin geç saatlerindeydi. İstanbul gece 12'den sonra, özellikle benim gibi ara sokakları ve ağacı bol semtlerindeyseniz, bir anda ölüyor gibi. Sessizlik çöküyor şehrin bazı bölümlerine, ölüm sessizliği. Özellikle mevsim kış ve fırtına var ise.

O gece neden evden çıktığımı hatırlamıyorum, sigara almak için olabilir veya olmayabilir, evde yalnız olduğumu hatırlıyorum, ailem neredeydi...anımsayamadım. Gece 01:00 ve 02:00 arası vuku bulmuştu herşey. Sigara almak için çıkmıştım galiba, üzerime kalın parkamı, sigara paramı ve kimliğimi alarak dışarı çıktım. Soğuk inanılmaz bir şekilde insanın yüzüne vuruyordu, saçlarım uzundu o dönemler, her rüzgar estiğinde perçemlerim suratımı kamçılıyordu. Elimi cebime attım ve son paketimden bir sigara yaktım. Sigaramın ateşini dövüyordu soğuk hava resmen. Bütün bakkallar kapalı olduğu için tek şansım apartmanımdan 300-400 metre uzaktaki sahile doğru bulunan tekeldi.

Aşağı ara sokaktan gitmek istememiştim, daha önce orada başıma çok olaylar geldiği için, kimsenin olmadığı gecenin bu saatinde apartmanın arkasından dolanıp ana yoldan gitmeye karar vermiştim. Erenköy, Kazasker tarafları geceleri pek bir güzeldir, bir o kadar da tehlikeli. Tekel'e varmıştım. O kadar soğuktu ki, bütün cildim kızarmıştı, çok ciddiye almamıştım havayı fakat ciddiye alsaymışım keşke diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum.

Sigarayı alırken tekel kapatıyordu zaten, vaktinde yetişmiştim, zaten bu havada dükkanını gecenin ikisinde açık tutmak için deli olmak lazımdı. Eve geri dönmek için gittiğim yolu yürüyecektim, gözümde büyüyordu bu soğukta fakat elden ne gelirdi? Yolda tam önümde eve dönen orta yaşlı bir adam olduğunu farkettim, elinde çantası ile hızlı adımlarla yürüyordu. Evden çıkarken gelişigüzel giyindiğim için tekin bir görüntü sunmadığımı anladım, adam gecenin bir vakti benden çekinerek hızını arttırmıştı.

Tam yol ayrımında benim gitmeyi tercih etmediğim yoldan döndü, ara sokağın başında bekleyen bir tip olduğunu gördüm, paytak paytak yürüyerek adamın yanına gitti. Adam onu görünce yönünü değiştiremedi ve kararlı bir şekilde ilerlemeye devam etti. Ben ise durumun farkına varmış, o sokağa sapmadan dümdüz gidiyordum hızlı adımlarla.

Son gördüğüm şey paytak yürüyen adamın çantalı, evine dönen adamı bir köşeye kıstırıp dövmesi idi.

İki şeyi düşündüm; eğer saldırganın bıçağı var idiyse, yardım etmeye gittiğimde ben de kendimi tehlikeye atmış olacaktım, bundan korktum. Diğeri ise evime hiç bir şey olmamış gibi dönersem, bu adamın hayatı tehlikeye girebilir, ailesine geri dönemeyebilirdi.

Eve koştum, telefonum yanımda olsa polis çağıracaktım fakat yanıma almamıştım. Kapıdan içeri girdiğimde nefes nefeseydim, ne yapacağımı düşündüm, oraya geri gidersem eğer adam kaçtıysa bu sefer ben yalnız olacaktım ve bir hiç uğruna tehlikeye atacaktım kendimi. Polisi arasam, polis oraya gittiğinde zaten çok geç kalınmış olacaktı.

İşin sonunda, karışmak istemediğimi fark ettim.

Ertesi sabah erkenden olayı bakkallara soruşturdum, kimse etrafta kötü bir şey duymamıştı, kimse bir gasp, bıçaklanma olayı bilmiyordu.

Buradan adamın başına bir şey gelmediğini varsaydım.

Fakat hala her gece sigara almaya çıktığımda iki şey aklıma takılıyor.

O gece ne olmuştu?

Ve aynı durumda olan ben olsaydım o adam bana yardıma gelir miydi?


11.12.2010

Modern Günahlar

İstanbul hiç bu kadar soğuk olmamıştı, burada doğup büyüdüm ben, sokaklarını bilirim, havasını, atmosferini, hastalığını bilirim. Bu şehir ölü bir organizma, kanserli bir hücre, kara bir leke.

İçindeki bizler, tenlerimizi birbirine dikmiş, hayatta kalmaya çalışan fakat üzerini kapatamadığımız günahlarımız ile bu şehire daha büyük yükler bindiren bizler, bu soğuk havayı iliklerimizde hissediyoruz.

Hepimiz günah işledik, burada yargı yok, yalanlar ve çelişkilerimiz soğuğun altında eziliyorlar çünkü bu gece, kar örtüyor günahları, kan lekeleri toprağın altına akıyor sadece tekrar başka hayatlara ulaşabilmek için.

Bu soğuk bizler için bir lütuf, birbirimizin arkasından söylediğimiz yalanlar ve karanlık köşelerde işlediğimiz zihinsel zinaların esen kuvvetli rüzgara karışması için bir şans. Buz parçaları ile beraber günahlarımızın, çelişkilerimizin, bizi zapt eden zihinsel zuhurlarımızın yitirilişi bu buzlu rüzgarlardan geçiyor.

Beyaz, mermer odalar, ölüm beyazı saçları ile ölüm beyazı tenleri olan kadınlar, zihinlerimizi parçalayan, kemiren ve posa haline getiren ruhsal durumlar öldürdü kişisel ifşa anlarımı. Bir süre sonra hissedemez, yaşayamaz ve farkına varamaz duruma getirdiler bizleri. Aslında hepimiz tek ve basit gerçekliğimizi talep ediyorduk, her şeyin sonu tek ve basit, hor gördüğüm, asla ciddiye almadığım ve tecrübe etmediğim duygulara çıkıyordu.

Soğuğu iliklerimizde hissettik, gecenin karanlığı yavaş yavaş yaklaşırken ben içimdeki boşluğu dolduran tek edilgen olguyu kaybettim, serbest bıraktım.

Şimdi soğuğu, tam şu an, hani bilirsiniz ya, tam şu an dediğimde bu saniye, aslında geçmiştir ya, aslında asla orada olduğundan emin olamadığımız saniyeler aklımıza gelir ya 1 yıl sonra, işte aynen o şekilde, soğuğu damarlarımda, beynimin kıvrımlarında, çocukken her insana gümüş tabakta sunduğum bakır ruhumda hissediyorum.

Sonra tekrar oradayım, buzdan denizin üzerinde, asla kırılmayacak olan anılarım ve değiştirdiğim, istediğim gibi şekillendirdiğim tarihimin üzerinde yatarken buluyorum kendimi. Tabii ki tekrar yalnızım, ne başkası var geleceğimi paylaşmak istediğim, ne bu hisleri kavrayacak bir anlayışım. Sonra, yavaş yavaş...

Asla kırılmayacak olan buz denizim parçalanıyor, anılarım birbirine giriyor, ben suya batıyorum, soğuk sularda yüzmeyi öğrenmemişim, derim kırışıyor. Vücudum anaforun içinde kayboluyor, ben küçüldükçe dünya benimle beraber ölmeliydi, dünya devam ediyor.

Ben ise artık, bile bile kabul ettiğim yerdeyim, üzerime kaynar sular atıyorlar, kor olmuş kemikler atıyorlar, yanmış metal parçaları atıyorlar...