7.11.2010

Ölüm ve Çatı Katları

Pek çok şey söyleyebilirim. Pek çok kez bahsetmişimdir nostaljik akşam ışıklarından, hani demiştim ya geçmişe götürenler.

Bugün bir rüya gördüm, hatırlayamadığım bir rüya. Hatırlayabildiğim çok nadir rüyalarım olur benim. Mesela sürekli gördüğüm bir tane var, gece yarısı gökyüzünden düştüğümü görüyorum bazen, İstanbul'un tepelerde ki soğukları ben düşerken derimin altına işliyorlar, iğne gibi vücuduma batıyorlar. Şimdi diyeceksiniz ki nasıl biliyorsun İstanbul'da olduğunu rüya da. Çünkü hissediyorum, havaya karışan azotu, insanlarının umutsuzluğunu, ölümün ve yaşamın o can sıkıcı dansını hissediyorum. Şehrin altında yatan milyonlarca iskeleti iliklerimde hissediyorum, gökyüzünün o metalik gri rengi ise gözlerimin arkasında bulunan dünyayı kaplıyor.

Ölüm, benim en merak ettiğim, beni en heyecanlandıran kavram olarak hayatımda yer almaya devam ediyor, ölüm konusunda ki saplantımdan asla vazgeçemeyecek gibiyim. Varlık durumundan yokluğa geçmek gerçekten beni merak ettiriyor, o bomboş, siyah, kişinin farkına bile varamadığı boşluk hissiyatı ne kadar güzel olmalı. Ölümü ben bir kadın formunda hayal ediyorum, siyah derisi, beyaz saçları ve düzgün yüz hatları olan narsistik bir kadın gibi, böyle hayal etmek beni rahatlatıyor. Sonra bir sigara yakıyorum, zehirli dumanlar vücuduma işleyip beni yavaş yavaş öldürüyor, ciğerlerim zehirle doluyor, dudaklarımın arasından duman geçerek vücudumdan dolaşıyor, üzerine bir nefes veriyorum, yaşam üflüyorum sanki, her şey o an oldukça açık ve net geliyor bana, hayat o kadar da kötü olmamalı ki değil zaten.

Ölüm ve apartman çatıları, aslında birbirine çok paralel olan kavramlar, bizleri koruyan ve aynı zamanda özgürlüğü temsil eden yükseklikler gibi bir nevi.

Özgürlük ise bir başka önem verdiğim kavram. Yıllar önce ben ölümü sanki her gün yemeğimi paylaştığım kardeşim gibi benimsediğim gün, özgür olduğumun bilincine varmıştım.

1 yorum:

Mert Serim dedi ki...

It's only after we've lost everything that we're free to do anything.