11.12.2010

Modern Günahlar

İstanbul hiç bu kadar soğuk olmamıştı, burada doğup büyüdüm ben, sokaklarını bilirim, havasını, atmosferini, hastalığını bilirim. Bu şehir ölü bir organizma, kanserli bir hücre, kara bir leke.

İçindeki bizler, tenlerimizi birbirine dikmiş, hayatta kalmaya çalışan fakat üzerini kapatamadığımız günahlarımız ile bu şehire daha büyük yükler bindiren bizler, bu soğuk havayı iliklerimizde hissediyoruz.

Hepimiz günah işledik, burada yargı yok, yalanlar ve çelişkilerimiz soğuğun altında eziliyorlar çünkü bu gece, kar örtüyor günahları, kan lekeleri toprağın altına akıyor sadece tekrar başka hayatlara ulaşabilmek için.

Bu soğuk bizler için bir lütuf, birbirimizin arkasından söylediğimiz yalanlar ve karanlık köşelerde işlediğimiz zihinsel zinaların esen kuvvetli rüzgara karışması için bir şans. Buz parçaları ile beraber günahlarımızın, çelişkilerimizin, bizi zapt eden zihinsel zuhurlarımızın yitirilişi bu buzlu rüzgarlardan geçiyor.

Beyaz, mermer odalar, ölüm beyazı saçları ile ölüm beyazı tenleri olan kadınlar, zihinlerimizi parçalayan, kemiren ve posa haline getiren ruhsal durumlar öldürdü kişisel ifşa anlarımı. Bir süre sonra hissedemez, yaşayamaz ve farkına varamaz duruma getirdiler bizleri. Aslında hepimiz tek ve basit gerçekliğimizi talep ediyorduk, her şeyin sonu tek ve basit, hor gördüğüm, asla ciddiye almadığım ve tecrübe etmediğim duygulara çıkıyordu.

Soğuğu iliklerimizde hissettik, gecenin karanlığı yavaş yavaş yaklaşırken ben içimdeki boşluğu dolduran tek edilgen olguyu kaybettim, serbest bıraktım.

Şimdi soğuğu, tam şu an, hani bilirsiniz ya, tam şu an dediğimde bu saniye, aslında geçmiştir ya, aslında asla orada olduğundan emin olamadığımız saniyeler aklımıza gelir ya 1 yıl sonra, işte aynen o şekilde, soğuğu damarlarımda, beynimin kıvrımlarında, çocukken her insana gümüş tabakta sunduğum bakır ruhumda hissediyorum.

Sonra tekrar oradayım, buzdan denizin üzerinde, asla kırılmayacak olan anılarım ve değiştirdiğim, istediğim gibi şekillendirdiğim tarihimin üzerinde yatarken buluyorum kendimi. Tabii ki tekrar yalnızım, ne başkası var geleceğimi paylaşmak istediğim, ne bu hisleri kavrayacak bir anlayışım. Sonra, yavaş yavaş...

Asla kırılmayacak olan buz denizim parçalanıyor, anılarım birbirine giriyor, ben suya batıyorum, soğuk sularda yüzmeyi öğrenmemişim, derim kırışıyor. Vücudum anaforun içinde kayboluyor, ben küçüldükçe dünya benimle beraber ölmeliydi, dünya devam ediyor.

Ben ise artık, bile bile kabul ettiğim yerdeyim, üzerime kaynar sular atıyorlar, kor olmuş kemikler atıyorlar, yanmış metal parçaları atıyorlar...

Hiç yorum yok: